4 Ekim 2011 Salı

Büyümek..

Gözlerimi açtım, duvarlar bembeyazdı.. İlaç kokusu sardı burnumu, midem bulandı.. Her zaman midem bulanırdı zaten hastane kokusundan...

Odada sadece periyodik bir ses hakimdi, dıt..dıt..dıt..dıt... Sağıma döndüm, bir monitörde içimde kopan fırtınaların en sade şekilde yansımasını gördüm.. Tek bir çizgi, hareketliydi.. "Oh!" dedim "yaşıyorum!"..

Sıksık beynimin yoğun bakım bölgesine kaldırılırım ben böyle, özellikle intihar girişimlerinde.. Sonra monitöre bakarım ve anlarım ki insanın kalp atışlarını gösteren o çizgi aslında ne çok anlam barındırıyor içinde.. En dibe düştüğünde, o çizginin ilerisindeki zirveyi görmenin kolay bi yolu sadece benimki belki de.. O çizgi, sadece nefes almak değil, gerçekten "yaşamak" kelimesinin tam anlamıyla resmi gibi.. Zirvelerin, diplerin hatta zirveden dibe düşüp tekrar normale gelmenin aslında hayat olduğunu; dümdüz monoton bir çizginin yaşamak olmadığını... Gülmek ve ardından ağlamak, kazanmak ve ardından kaybetmek.. Oksijenin ciğerlerini yakması böyle bi'şey olsa gerek...

Düşüp dizlerini kanattığında çocuksundur bu dünyada, annenin telaşları yüzünden evinden çıkmadığında sadece kukla! Pinokyo olursun kalbin şekillenmez ağaçtan düşmedikçe.. O kolu bacağı kırmazsan değerini bilemezsin sağlıklı olmanın, sonra mutlaka kırarsın daha büyük şeylere katlanırsın belki de.. Çikolatanı çaldırırsın sonra içine tükürmeyi öğrenirsin yemesinler diye

Ölmeden yapmak istediğin şeyleri en azından yapmayı denemedikçe pişmanlığın, yaptığından daha da büyük olacak ve büyümeye devam edecek içinde..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder