9 Kasım 2011 Çarşamba
...Yıllar Önce...
Küçüklüğümden beridir, İstanbul'a okumaya gelmeden, sık sık teyzemi ziyarete gelirdik. Annem ve ablamın sanat, dans, müzik konusundaki pasifliklerinin tam tersine babam ve ben de bir o kadar zevk alıyoruz bu başlıklardan. Bu yüzdendir ki babam yerinde duramayan bir adam, her gelişimizde İstanbul'a soluğu sokaklarda alırdı, ben de onu yalnız bırakmazdım. Hiçbir şey yapmasak Caddebostan sahile gider oturur ve simit yerdik beraber. Onunla geçirdiğim günleri unutmam mümkün değil, hele ki Galata'da geçirdiğimiz bir günden kalma Galata Köprüsü üzerinde bir şipşakçının ellerinde ölümsüzleştirilmiş anımız vardır ki hala o resmi saklar ve baktıkça gülümserim.
Her ziyaretimizde "Sergi, fuar filan yok mu? Tiyatroya gidelim?? Sinema bile olur allahaşkına şu evden çıkalım.." sayıklamaları hala devam etmekteydi babamın, ama hiçbir zaman da bu hayata geçirilemedi, ta ki düne kadar. Dün artık isteklerinden aile fertlerinin istekleriyle çakışıyor diye her seferinde vazgeçen babamın bir kerede olsa isteklerine tutunmasını istedim ve Devlet Tiyatrolarında Kırmızı adlı oyuna bilet alıverdim tüm aile için. Mızmızlanmalara kulak vermeden Atlas Pasajında, Küçük Sahne'de yerimizi almak için yola çıktık. Önce Mark Rothko'nun belgeseline kulak verdik ve fikir edindik, sonrasındaysa yerimizi aldık ve ışıklar söndü.
Rohko hakkında çok bilgim olmadığından belgesele katılmak oyunu anlamak açısından çok önemliydi ve DT'yi bu durum konusunda tebrik üstüne tebrik ettim. Projeksiyondan çok belli olmayan renkleri, oyunda tabloları temsilen yapılan resimlerde daha etkili görebildim ve gerçekten onlara bile hayran kaldım. ki asıllarını tahmin edemez oldum. Resimlerden çok anlamam ama oyun bana bu anlayış kıtlığımın açısını genişletmemde büyük ölçüde yardımcı oldu. Protreler ya da manzara resimlerinde belirli olan çerçeveniz Rothko'non tablolarında çığırından çıkmakta ve hayal gücünüzün götürdüğü yere koşmaktasınız. Resimdeki fırça darbelerinin hareketleri tam anlamıyla canlı gibi. "Hareket olmazsa resim ölüdür!!"
Oyun ağır olsa da, bana kazandırdıklarıyla sahneye bakan minik koltuğumdan mutlulukla ve ışıklar yandığında babamın yüzündeki gülümsemeyi sonunda gerçekleştirmenin de tatminiyle ayrıldım, sayelerinde bir hatta iki kez daha tabularıma üstün geldim.
Asıl tabloları en yakın zamanda görmek umuduyla ve Rothko'ya saygıyla..
"Yeni bir şeyler yap!"
...Yıllar Sonra...
Tamı tamına yedi yıl öncesinde gitmiş olduğum Rahmi Koç Müzesi'ne bayramda ailemle tekrardan yaptığım ziyarette şunu fark ettim ki, insanın yıllarla biriktirdikleri bakış açısını büyütmekte. Yıllar müzeyi de değiştirmiş tabi ki fakat daha önce gidip gördüğüm ve hatırladığım bölümleri de tüm ayrıntılara açık bir algıyla gezme fırsatı buldum bu seferimde. Duvarlardaki tuğla dizilişlerinin asimetrisinden maketlerin leblebi kadar bile denemeyecek kapı kollarına kadar içime çektim tüm bölümlerini müzenin.
Büyük ve bir o kadar da dolu odalarda gezerken her ince noktaya bakar ve kalır buldum kendimi. Saate baktığımda suyun bile bu kadar hızlı akamayacağını düşündüm. Gece orada kalamayacağım ve bir daha gelene kadar gezemediğim bölümlerin aklımda kalacağını adım gibi bildiğimden biraz daha hızlanmaya ve her yeri görmeye karar vererek aslında en yakın zamanda tekrar ziyaretçi olacağımın da kararını vermiş oldum. Sabahın köründen kapanışına kadar her yere milim milim bakmak ve fotoğraflamak en güzeli olacak. ITU bünyesindeki Martı projesi ile hidrojen teknesi bayram sonrası Haliç sularına indiğinde benim de tekrardan bu müzeye gitme bahanem olacak diye ummakta ve müzenin daha %20sini hayranlıkla ve heyecanla her yeri çekerek ölümsüzleştirmiş iken el kameramın şarjının bitmesinin üzüntüsünü duymaktayım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)